Bazı konuşmalar vardır, sadece kulağa değil, kalbe de dokunur. Friedrich Merz’in bu yıl Paskalya vesilesiyle yaptığı konuşma, böylesi bir derinliğe sahipti. Politikadan çok bir insanın bir diğerine uzattığı samimi bir el gibiydi. “Karanlık günlerin ardından ışık gelir” sözüyle başlayan bu konuşma, sadece ülkenin değil, toplumun her ferdinin içinden geçtiği zorluklara karşı bir moral kaynağı oldu.
Ben bir Türk kökenli Alman vatandaşı olarak bu konuşmayı içtenlikle takdir ediyorum. Çünkü bu ülkede yaşayan biz göçmenler, sadece geçmişin değil, geleceğin de parçasıyız. Bu ülkeyi sadece izleyen değil, omuzlayan, katkı sunan, zenginleştiren milyonlarca insanız. Dolayısıyla “Almanya daha iyisini yapabilir” çağrısı yalnızca bir hükümet programı değil, aynı zamanda hepimize yöneltilmiş bir sorumluluk davetidir. Konuşmanın satır aralarında yalnızca ekonomi, enerji ya da güvenlik politikaları değil; bir toplumun yeniden birbirine güvenmesi, birbirine inanması ve birlikte yol alması arzusu vardı.
Uzun süredir özlediğimiz şey aslında tam da bu değil mi? Anlaşıldığımızı hissetmek, dışlanmadığımızı görmek ve bu ülkenin geleceğinde bizim de sesimizin yankı bulduğunu duymak… Merz’in, “Birlikteliğe, saygıya ve ortak ilerleme” kavramları, eğer yalnızca kağıt üstünde kalmazsa bu ülkenin gerçekten daha yaşanabilir bir yer olmasının önünü açabilir. Yine konuşmasında, tatil günlerinde görev yapan sağlık personeline, polise, ordu mensuplarına ve gönüllülere teşekkür etmesi de toplumun görünmeyen yükünü taşıyanlara verilmiş kıymetli bir selamdı.
Bu çabaya, market çalışanlarını, temizlik görevlilerini, bakım sektöründeki insanları da eklemek gerekir. Ancak takdir ettiğimiz kadar eksik olan, sorgulanması gereken yönleri de açıkça dile getirmek gerekir. Birlik çağrısı güzel ama pratikte ayrımcılık hâlâ hayatın birçok alanında hissediliyor. Göçmen kökenli bireylerin iş bulma, eğitimde eşit fırsatlara erişim veya bürokratik işlemlerde yaşadığı zorluklar konuşmalarda yer bulmuyor.
Güvenlik vurgusu yapılırken, toplumu kutuplaştırabilecek söylemlerden uzak durulması gerektiğini de hatırlatmak isterim. Güvenlik sadece dış tehditlere karşı değil, içeride toplumsal barışı da kapsamalıdır. Bu yıl bu mesaj, ekonomik sıkıntılarla mücadele eden, aidiyet hissini yitirmeye başlayan birçok insan için daha da anlam kazandı. Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, ayrıştıran değil birleştiren, korku yayan değil umut aşılayan bir siyaset anlayışıdır.
Ben de bu vesileyle bir çağrıda bulunmak istiyorum: Artık göçmen kökenli vatandaşların yalnızca seçim dönemlerinde hatırlanmadığı, eğitimde, istihdamda ve toplumsal hayatta eşit imkanlara sahip olduğu bir Almanya için somut adımlar atılmalı. Toplumsal barışı güçlendirecek her politika, sadece Almanya’nın iç huzuruna değil, Avrupa’daki itibarına da katkı sunar.
Friedrich Merz’in konuşmasında çizdiği vizyonun gerçeğe dönüşmesi, ancak bu ülkede yaşayan her bir ferdin eşit şekilde değer görmesiyle mümkün olabilir. Bu ülke bizim evimiz. Evimize sahip çıkmak da hepimizin sorumluluğudur. Daha adil, daha güçlü ve daha umut dolu bir Almanya için; susmadan, kenarda durmadan, dışlanmayı kabullenmeden hep birlikte mücadele edelim. Şaban Turhal 20 Nisan 2025 Yazar hakkında: Almanya’da çalışan bir emekçi olarak yaşamın içinden gözlemlerini yazıya döker. Özellikle çalışma hayatı, sosyal politikalar ve yurtdışındaki Türklerin karşılaştığı sorunlarla ilgilenir; aynı zamanda bu konulara yönelik çözüm odaklı düşünceler üretmeye çalışır.
Yorum Yazın