CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in son açıklamaları sadece adaylık tartışmalarına değil, aynı zamanda yönetim sistemi konusuna da ışık tuttu. Açıklamalardaki dikkat çekici detaylardan biri de, “Yürütme görevi başbakanlıksa başbakanlığa, cumhurbaşkanlığıysa cumhurbaşkanlığına gelir” sözleriydi.
Bu cümle, ilk bakışta belirsiz gibi görünse de aslında bir işaret veriyor: Güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda perde arkasında bir uzlaşma var gibi. Yani benim sezgim şu: CHP kendi içinde artık sadece aday konuşmuyor, sistemin dönüşümünü de ciddi ciddi planlıyor.
Açıklamaların satır aralarında, “başbakanlık” gibi ifadelerin kullanılmaya başlanması, bunun bir tesadüf olmadığını gösteriyor. Çünkü mevcut sistemde başbakanlık yok. Bu kelimeyi telaffuz etmek, açıkça “biz parlamenter sisteme dönüş hazırlığı yapıyoruz” demektir.
Üstelik bugünkü başkanlık sisteminin sadece yönetim değil, temsiliyet açısından da ciddi sorunlar yarattığı artık herkesin bildiği bir gerçek. Seçim öncesi, baraj sorunu yaşayan küçük partiler ayakta kalmak için mecburen büyük partilerle ittifak kurmak zorunda kalıyor. Böylece halkın oyu aslında desteklemediği başka bir partiye gitmiş gibi oluyor.
Bu da halkın iradesinin parlamentoya tam olarak yansımasını engelliyor. Bu sistem, seçmeni iki kutba hapsediyor: ya “şu taraftasın” ya “bu tarafta.” Oysa Türkiye gibi renkli, farklılıklarla dolu bir ülkede halkın bu şekilde kalıplara sıkıştırılması hem demokrasiye hem de toplumsal barışa zarar veriyor. Başkanlık sistemi bu yönüyle, kutuplaşmayı derinleştiriyor; uzlaşmayı değil çatışmayı körüklüyor.
Bakın, 2018 ve 2023 seçimlerinde yaşananlar bunun en açık göstergesidir. Barajı aşamayacak durumda olan küçük partiler, büyük partilerin listelerinden aday gösterildi. Bu da halkın doğrudan değil, dolaylı olarak temsil edilmesi anlamına geldi. Vatandaş örneğin “A partisine” oy verdiğini sanırken, oyları “B partisi”nin hanesine yazıldı. Oysa demokrasi, doğrudan temsil üzerine kurulur.
Her parti kendi kimliğiyle seçime girebilmeli, her seçmen gönül rahatlığıyla tercihini yapabilmelidir. Başkanlık sistemi, bu yapay ittifaklarla hem siyasi kimlikleri belirsizleştirdi hem de meclisteki temsili zayıflattı. Parlamentoda fikirlerin değil, aritmetik hesapların sesi çıktı. Güçlendirilmiş parlamenter sistemde ise bu tür zorunlu seçim iş birliklerine ihtiyaç kalmaz. Partiler kendi programlarıyla seçime girer, aldıkları oy oranında temsil edilir.
Bu da milletin iradesinin meclise tam ve doğru yansıması demektir. Üstelik başkanlık sisteminin doğası gereği toplum, iki büyük kutba sıkıştırılıyor. “Ya bizdensin ya onlardan” anlayışı hem toplumsal kutuplaşmayı körüklüyor hem de siyasi çeşitliliği boğuyor. Bu yapay ayrım, medyadan mahalleye kadar her alana yansıyor. Oysa parlamenter sistemde çok seslilik esastır.
Koalisyonlar kötülük değil, uzlaşı kültürünün bir gereğidir. Demokrasi sadece sandığa gitmek değil, seçilenlerin halkı gerçekten temsil etmesidir. Bugünkü sistemde halkın çoğunluğu sadece bir kişiyi seçiyor ama geri kalan süreçte sesini duyuramıyor. Bakanlar meclisten çıkmıyor, doğrudan halk tarafından seçilmemiş kişiler devletin tepesinde yer alıyor. Bu da yönetimde şeffaflık ve hesap verilebilirlik sorunlarını beraberinde getiriyor.
Bu nedenlerle; güçlendirilmiş parlamenter sistem sadece geçmişe dönüş değil, geleceğe güçlü bir adımdır. Daha adil, daha katılımcı ve daha dengeli bir yönetim için bu dönüşüm artık ertelenemez. CHP Genel Başkanı’nın son açıklamaları da gösteriyor ki, bu yönde bir hazırlık ve mutabakat sessizce oluşmaya başlamış. Eğer diğer partiler de bu sorumluluğu paylaşırsa, Türkiye’nin önü gerçekten açılabilir.
Yorum Yazın