Anlaşılan o ki; “ küresel ağababalar” ayrılıkçı/bölücü Kürtçü aksiyon cephesinin PKK ayağının artık işlevinin sona erdiğine kanaat getirmişler ve “ örgütün” kendisini feshetmesini uygun görmüşlerdir.
Türkiye’ ye “ dayatılan” millet modelleri ve idare şekli , önerenlerin iyi niyetinden şüphe edilir mahiyettedir.
-Sayın Devlet Bahçeli’ nin çıkışı ve Sayın Erdoğan’ ın “ uygun görmesi ile” başlatılan süreç 9 ay 10 gün gibi bir sürede “ nurtopu gibi bir “ Terörsüz Türkiye ümidi beslememize imkan hazırlamıştır.
-Bu kadar kısa sürede “ tereyağından kıl çeker gibi” oluştuğu varsayılan “ kardeşlik iklimi” akıllara bazı soru işaretleri getirmiyor değil.
Mustafa FINDIK
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, cumhuriyet rejimi ile 102 yıldır idare edilmektedir. Türk Milleti, bilinen yazılı tarih itibarıyla 5000 yıldan fazla bir süredir tarih sahnesinde yerini almaktadır. Millet olma bilinci ile tarih sahnesinde olduğu gerçeğini Orhun Abidelerine dayandırsak dahi ,15 asırdır kendisine TÜRK denilmesini isteyen ve devletinin adını GÖKTÜRK İMPARATORLUĞU koyan bir topluluğun varlığı inkar edilemez.
Tüm tarihçilerin ortak kanaati şudur ki, “ tarihin hangi dönemine erişirseniz, erişiniz, ulaştığınız bulgular sizi mutlaka Türklerle muhatap edecektir” biz de ,mensubu olmakla iftihar ettiğimiz Türk Milleti’nin aslında değişik zamanlarda çeşitli adlarla, ünvanlarla anılsa da tarih boyunca doğu Türk devleti ve batı Türk devleti olarak iki ayrı “ koldan” süreklilik arzeden, bir birlerinin takipçisi olan devletlerin varlığından söz edilmesi gerektiğini düşünenlerdeniz. Aynı anda iki (bazen de coğrafi/sosyal şartlardan dolayı daha fazla Türk devletinin tarih sahnesinde olduğu zamanlar olmuştur) ama, batıda Göktürk-Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti bizim bu yazımızın ana konusudur.
MALAZGİRT ZAFERİ (ÖNCESİNDE ) VE SIRASINDA BİZANS (ANADOLU) TOPRAKLARINDA KÜRTLER YOKTU!…
Büyük Selçuklu Devleti’ nin,1048 Pasinler Savaşı zaferinden sonra Anadolu kapılarının Türkler tarafından “ aralandığı” ve nihayet Malazgirt Meydan Muharebesiyle 1071 yılı 26 ağustosunda Türk Yurdu haline gelen Anadolu topraklarında Sultan Alparslan’ ın fethinden önce KÜRT diye bir kavim yaşamıyordu.
Irak, İran ve Suriye’ de yaşamakta olan Kürt halkı ,”Selçuklunun açtığı kapıdan”
artık Türk Toprakları olan Anadolu’ da kendilerine yaşam alanı aramışlar ve hiç bir engel ile de karşılaşmamışlardır…
İşte bizim de benimsediğiz “ bin yıllık kardeşlik” deyimi bu gerçeğin ifadesidir.
Türk devletleri tarih boyunca ASİMİLE eden değil (maalesef pek direnç gösteremeyip) ASİMİLE olan topluluklar olmuştur.
Nitekim bu konuda Tarihçi Prof. Ahmet TAŞAĞIL Teke Tek proğramında Fatih ALTAYLI’ ya yaptığı açıklamada :”Çinlileşen Türk Budunları batıya göçenlerden daha fazladır” ifadesinde bulundu.
Aynı şekilde Bulgar Türkleri’ nin “ Slavlaştığı , Avar ve Batı Hun Türkleri’nin de Avrupa’da asimile oldukları bilinen bir gerçektir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİH BOYUNCA “ SÖMÜRGECİ” OLMAMIŞTIR!
Osmanlı İmparatorluğu fethettiği ülkelerde halkın inançlarına, kültürlerine,dinlerine dillerine müdahale etmemiş bilakis; İnançlarını yaşamalarının teminatı olmuştur.
Nitekim Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han Bosna’ yı fethettikten sonra şehirde yaşayan gayrimüslimlere inançlarını özgürce yaşayabileceklerine dair bir “Ferman “ vermiştir.
(Fermanın günümüz Türkçesi ile içeriğini ekde sunuyorum.)
Osmanlı 500 yıl hüküm sürdüğü Balkan coğrafyasında , camiler, kervansaraylar, köprüler, medreseler, mektepler çarşılar başta olmak üzere binlerce “ mimari eser” bırakmış ama halka iradesi dışında Türkçeyi öğretmemiş, kendi dillerini ,dinlerini unutturmamıştır.
İZZETBEGOVİÇ: “BİZE, OSMANLI’ NİN 550 SENE ÖNCE VERDİĞİ HAKLARI VERİN YETER”
İç savaşı sonucu parçalanan Yugoslavya yerine meydana çıkan etnisiteye dayalı devletlerin kurulması müzakerelerinde (büyük zulümlere, soykırıma uğrayan Boşnakların lideri ve Bosna Hersek’ in ilk cumhurbaşkanı merhum Aliya İZZETBEGOVİÇ Birleşmiş Milletler , ABD ve AB’ nin çeşitli vaatlerine muhatap olduğunda ; o zamanki Almanya Dış İşleri Bakanı Joschka FISCHER’ e ,” Ekselansları , 20. Asrın sonunda Avrupa’ nın ortasında soy kırıma maruz kaldık sadece izlediniz, bize tutamayacağınız vaatlerde bulunmayınız, bize , Osmanlı’ nın 550 sene önce verdiği hakları veriniz yeter” demiştir.
KÜRTLER ÜZERİNDEN EMPERYALİST EMELLERİNE ULAŞMAK İSTEYENLERE DİKKAT!
Anadolu’nun “ Türk Yurdu” olmasıyla bulundukları coğrafyalardan Selçuklu idaresindeki topraklara gelen Müslüman-şafi Kürtler, dindaşları tarafından kabul görmüş her hangi bir kültürel/dini ve dil baskısıyla karşılaşmamışlardır. Bu sırada sosyal etkileşim, kız alıp, kız vermek gibi münasebetlerle hızlı kaynaşmalar olmuş Kürtleşen Türk aşiretler (örnek: Urfa ve cıvarında yaşayan Karakeçililer, Milli aşireti ve Avşarlar) kayı boyunun Karakeçili aşiretinin iç Anadolu’da (Ankara , Kırıkkale , Konya’da) yaşayanlar Türkçe konuşmakta ve Kayı boyundan olduklarının bilincindedirler.
Kürtleşen Türk aşiretleri olduğu gibi, Kürtçe lisanını-aksanını unutup Türkleşen aşiretler de olmuştur.
Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’ in veciz ifadesiyle:” Bin yıllık kardeşliğimizi kimse bozamaz, asırlarca kardeşçe bir arada yaşayıp, kız alıp-vermişiz “ etle tırnak gibi olmuşuz” ne kadar Türk isek, o kadar da Kürt’üz”
Türk devletleri binlerce yıllık şanlı tarihi boyunca ‘vatadaşları ve komşularına karşı’ hiç bir zaman despot, baskıcı, soy kırımcı olmamış, inanç ve kültürel hakları bakımından hiç bir topluma baskı uygulamamıştır.
Osmanlı idaresi döneminde önceleri BEYLİKLER arasında “ iktidar savaşları” olmuş, imparatorluk topraklarında zaman zaman da bölgesel isyanlar yaşanmış, merkezi otoriteye başkaldırılar meydana gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde “merkezi hükümete başkaldırı olarak” kayıtlara geçen ilk “ Kürt isyanı”
1806-1808 yılları arasında gerçekleşen Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı olarak kabul edilir. Bu isyan, Musul merkezli olarak, Osmanlı yönetimine karşı Babanzade Abdurrahman Paşa tarafından başlatılmıştır. Kürt halkı 800 yıl bir arada yaşadıktan sonra, “ kürtlük bilincine “ ulaşmışcasına ilk baş kaldırıyor gerçekleştirmiştir.
Daha sonra batı kaynaklı kışkırtmalar, Kürdoloji enstitüleri vs. katkıları bir “ Kürt bilinci” oluşturulmaya çalışılmış ve bu “yara” Osmanlı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’ nin zayıf dönemlerinde kaşınmış (Avrupa destekli) isyanlar ve başkaldırılar olagelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık, “Kürtlere Bağımsızlık “ vadetmiş ve Botan İsyanı baş göstermiştir, aynı dönemde “ İhtilaf Devleri’ nin “ de çeşitli isyanları teşvik ettiği bilinmektedir. İngiltere, Cumhuriyet’ in ilanından sonra Şeyh Sait İsyanının da “ örgütleyicisi” olarak genç cumhuriyetimize göz dağı vermek istemiştir.
Görüldüğü gibi “ bölücü -kürtçü hareketlerin” tamamı “ dış mihrakların teşvik,destek ve örgütlemeleriyle” Türk devletlerinin otoritesini zayıflatmak amacına matuf olmuştur.
İmparatorluk varisi genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin tam bağımsız ve güçlü bir devlet olmasını istemeyen (maalesef çoğu aynı ittifak içerisinde olduğumuz) ülkeler, önceleri Ermeni ASALA örgütünü desteklemiş, bu yapının tarumar edilmesiyle hemen PKK’ yı Türkiye’nin başına bela etmekte gecikmemişlerdir.
Adeta ASALA terör örgütünün yerini alırcasına sahneye çıkan PKK, 46 yılda 16 bin şehit vermemize, “kendilerinden de” 40 bin kişinin ölümüne sebebiyet vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu süreçte ; iç barışın korunması, manevi kargaşayı önlemek, kardeş kavgasının meydana gelmemesi gibi sosyal meselelerle uğraşırken ekonomik olarak da terör yüzünden 2 trilyon ABD doları sarfetmiştir.
Gelinen noktada; zaten güçsüzleşen, Türkiye içerisinde bir tehdit olmaktan çıkmış olan terör örgütü PKK , ‘ansızın alınan bir kararla’ hakkındaki tüm kötü söylemler adeta geri alınarak “ devletin muhatabı” kabul edilir olmuştur.
Bebek katili, 16 bini şehit 56 bin kişinin ölümünden sorumlu, tarihin gördüğü en büyük Kürt ve Türk “ katliamcısı” Abdullah Öcalan ne yazık ki Dr. Devlet Bahçeli tarafından bile “kurucu Önder”ünvanıyla tanımlanır olmuştur….
BİN YILLIK KARDEŞLİK “ATİ’ YE”TAŞINABİLECEK Mİ?
Türkiye ,“ ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olarak” varlığını ilel ebed koruyabilmeli, milli tesanüdün, dayanışmanın en güzel örneklerini vererek, Anayasamızın ilk 4 maddesi ve 66. maddesinin “ ruhuna ve söylemine bağlı kalarak” kalıcı barışı temin yolunda ilerlemelidir…
ABD’ nin Ankara Büyükelçisi Türkiye için sadece “ ABD’nin Ankara Büyükelçisidir”. Bizim millet olmak noktasında henüz “ emekleme aşamasında olan” yapay milletlerden öğrenmemiz gereken bir şey yoktur.
Keza Türkiye’ nin komşuları ile olan ilişkilerinin çerçevesini biz Ankara olarak belirleyip uygulayabilecek kudretteyiz…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası alandaki “ tapusu” nasıl Lozan Antlaşması ise; Anayasamızın ilk dört maddesi ve 66. maddesi de “ Ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olduğumuzun senetidir”.
T.C. ANAYASA’SININ iLK DÖRT MADDESİNE DOKUNULAMAZ!…
Devlet adına konuşup, irade beyan edip , Türk Devleti ile muhatap ettikleri odaklarla yürütecekleri müzakerelere başlamadan önce “ tarafların gaflet hatta ihanet içerisinde olmaları ihtimali ile; Türkiye adına politika üretenlerin yeniden hatırlamaları için Anayasamızın giriş bölümünü ve 66. maddesini hatırlatmakta yarar var diye düşünüyoruz.
İŞTE VAZGEÇİLMEZ MADDELER:
I. Devletin şekli
Madde 1 – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
II. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti
Madde 3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti Ankara'dır.
IV. Değiştirilemeyecek hükümler
Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.(Mülga cümle: 3/10/2001-4709/23 md.);;
Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni idare edenler, 5 bin yıllık Türk devlet geleneğininin son kalesi durumundaki ülkemizin , 300 milyonluk Türk dünyasının ve 2milyarlık islam aleminin umudu (doğal hamisi) olduğunun bilincinde olmalı, TÜRK MİLLETİ’ nin “ sinir uçlarıyla oynamaya” kendilerini yetkili görmemeli, milletimizin hassasiyetlerine dikkat etmelidir.
Bu millet, gerektiğinde aç kalmayı, açıkta kalmayı sineye çeker, devletine itaat etmekte sabırlı davranır “ umudun tükendiği hallerde “ Damarlarındaki asil kanın gerektirdiğini yapmak hususunda “
106 yıl önce Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK etrafında kenetlendiği gibi örnek bir davranış göstererek dosta, düşmana ŞANLI DİRİLİŞİN de en güzel örneğini ortaya koymasını bilir.
Türkiye Cumhuriyeti’ nin, Anayasamızın giriş bölümündeki (ilk 4 madde) ve 66. madde’ de tarif edilenin dışında, bir devlet ve millet tanımına ihtiyacı yoktur.
Türkiye, uğruna kan dökmüş, can vermiş evlatlarının (manevi varislerinin) elleri, omuzları üzerinde yükselecektir . İthal edilmiş yeni vatandaşlara ihtiyaç yoktur…
Aynı şekilde “ yönetim modeli üretmek azmindeki” parti başkanları ve hükümet ortakları bilmelidir ki Türkiye’ de her Türk vatandaşı eşittir ve “ kökenine ve inancına bakılmaksızın” herkes cumhurbaşkanı olabilmektedir…
Ahidnâme der ki:
“Ben Fatih Sultan Mehmed Hân… Dünyaya ilân ediyorum ki, bu padişah fermânı ile Bosnalı Fransiskenler himâyem altındadır ve emrediyorum ki; hiç kimse, ne bu adı geçen insanları ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki bütün memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne imparatorluk vatandaşlarımdan hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar, başka ülkelerden devletime birini getirecekse, onlar da aynı haklara sahiptir. Bu padişah fermanını ilan ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın büyük elçisi Yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa ve 124 bin peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki, emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.”
Yorum Yazın
Facebook Yorum